SOILink

İyileşme Sanatının Müşterekliği Üzerine

İyileşme Sanatının Müşterekliği Üzerine

900 461 SOIL

SOIL kamplarında gittiğimiz bölgede bir iyileşme yaratmak amacını taşırken bu bölgeyi anlamaya çalışıyoruz. Dışavurumcu Sanat Atölyesi’nde ise bunu yaparken alıcı ve gözlemci pozisyonumuzdan çıkıyor, kollarımızı sıvıyor ve dünyamızın aktif birer şekillendiricisi olduğumuzu yeniden hatırlıyoruz. Bu esnada bir üretim aşamasına kendimizi bırakıyoruz. Peki SOIL kamplarının tamamını bir sanat yapıtının üretim süreci olarak ele alsak, dışavurumcu sanat perspektifinden bu konuda neler söyleyebiliriz? 

Geleneksel sanat anlayışında sanatçı, çevresini elindeki materyale form vererek yeniden üretir. Ortaya çıkan eser de hali hazırda varolan gerçekliğin bir temsili olarak görülür. Ancak üretim sürecindeyken yani elimize bir boya bir kalem veya bir enstrüman verildiğinde fark ederiz ki, bu üretim süreci olanın bir temsilini yaratmaktan çok daha fazlasını içerir. Çoğu zaman kendimizi o eseri yapıcısından çok alıcısı olarak hissederiz. Eser, kendimizi almaya açtığımızda bize verilen bir hediye gibidir. Ortaya çıkacak şeyi bilemez veya kontrol edemeyiz, ancak elbette ki sonrasında daha eleştirel bir anlayışla üzerinde düşünerek düzenleyebiliriz. Ortaya çıkan sonuç, her zaman ilk niyetimizi aşan, yeni farkındalıklar içeren bir sürprizdir. Bu eser hiçbir zaman önceden var olan bir dışsal ve içsel gerçekliğin temsili değildir. Bu, gerçekliği aşkın ve onu dönüştürücü, şekillendirici potansiyele sahip yeniden oluşudur. 

Yaratıcısının zihni ile eseri, aralarında bir alan barındırır ve bu alan da bize yeni bir şey verme ve deneyimimizi dönüştürme potansiyeliyle doludur. Dışavurumcu sanat terapilerinin felsefesini oluşturan bu anlayışa göre sanat bir araç değildir. Sanat ve yapmak eylemi yani ‘poiesis’ dönüşüm ve iyileşme sürecinin ta kendisidir. İnsan çevresinin pasif bir alıcısı değil aktif bir şekillendiricisidir, yani bir başka deyişle insan varoluşu ‘poetik’tir. Yapma eylemi yani poiesis bizim varoluşumuzu ve anlam verme-alma eylemlerimizin temelini oluşturur. Bu poetik kapasite ise varoluşumuzun bedensel oluşu yani bedenimizden ayrılamaz oluşuna bağlıdır. Hiçbir zaman bu bedensel varoluşun dışına çıkamaz, onu tam olarak kavrayamaz ve ona hükmedemeyiz. Bilakis, onu kendi kısıtlı kapasitemiz çerçevesinde ve kendi bakış açımızdan yorumlayabilir ve yine kısıtlı gücümüz çerçevesinde ona yeniden şekil verebiliriz.  

Kamplarda sahaya indiğimizde ve gittiğimiz bölgenin yaşayanlarıyla konuştuğumuzda, şehrin sokaklarında yürüdüğümüzde de, kendimizi kaotik bir data havuzunun nesnel gözlemcileri olarak değil, kendiliğinden niyetli ve kasti anlam üreticileri olarak görmenin önemi üzerinde duruyoruz. Sahada topladığımız materyale sonrasındaki atölyelerde şekil veriyoruz. Bunu yaparken de elimizdeki kaynakların ve kapasitemizin sınırlılığıyla tekrar tekrar karşılaşıyoruz. Buna rağmen şekil verme gücümüzün ne kadar değerli olduğunu ve pasif bir alıcı olmaktan ziyade bu şekil verme eyleminin kaçınılmaz olarak bir parçası olduğumuzu gözlemliyoruz.  

Dışavurumcu sanat terapisi hiçbir zaman tam olarak bir ‘iyileşme’ veya ‘tedavi olma’dan bahsetmez. Bizler yalnızca iyileşme yolundayızdır, iyileşme bir yolculuktur. Benzer olarak kamplarda da bir haftalığına yaşayanı olduğumuz bölgenin tam bir iyileşmesi veya sorununun çözülmesini ihtimalinden bahsedemeyiz. Gençlerin kamp sonunda oluşturdukları projeleri ve raporlamalarını bir eser olarak ele alırsak da, bu eserleri yukarıda bahsettiğimiz gibi gerçekliğin bir temsili olarak değil, yeni farkındalıklara gebe, dönüştürücü ve iyileştirici potansiyele sahip, etki gücü olan yaratıcı işler olarak görüyoruz. 

İnanıyoruz ki, iyileşme, gerçekliği olduğu gibi algılayan ve buna çözüm üreten bir otoritenin zihninden çıkmayacaktır. İyileşme dışavurumcu sanat anlayışının öne sürdüğü gibi, her birimizin varoluşununun birbirini kaçınılmaz olarak etkilediği müşterek alanda gerçekleşecektir. Bizler SOIL’i bir etkileşim, üretim, anlam yaratma süreci olarak görüyoruz. Ve iyileşme yolumuzu da birlikte söylediğimiz şarkılarda bulacağız!

Referans:

Philosophical Foundations of Expressive Arts Therapy: Towards a Therapeutic Aesthetics, Stephen K. Levine

İnovasyon: Kim İçin?

İnovasyon: Kim İçin?

900 461 SOIL

İnsanların dertlerini anlamak ve anlaşılır kılmak pek tabii mümkün.

Bunun için hep daha fazla anlatmak hep daha fazla söylemek, daha fazla kurgulamak, tasarlamak, sorgulamak, sorular sormak gerek. Hem bireysel hem toplumsal düzeyde çözümsüz ya da çözümmüş gibi görünenlere dair, acaba buradan çıkış var mıdır yok mudur diye düşündüğümüz zamanlarda sorular sormaya başlarız. Aklımıza doluşan sorulara hemen cevap bulmak, bir noktaya varmak isteriz. İçinde yaşadığımız evi, köyü, mahalleyi, okulu, üniversiteyi ya da şehri ilgilendiren meselelerle ilgili çözüm önerileri aklımıza gelir. Doğruya ulaşma konusundaki sabırsızlığımız öylesine baskındır ki ona tutulup bir iddaa ortaya atmanın cazibesine kapılıveririz. Etraflıca düşünmek için ilk olarak bir adım geri atıp panoramayı yakalayabilmek daha sonra birkaç adım yaklaşıp detaylara eğilmek zahmetli hem de eleştirel bir bakış açısını gerektiriyor. 

Geçenlerde çevre adaleti üzerine bir makaleye göz gezdirirken, bu zamana kadar düşünmediğim bir gerçekle yüzleştim.

Makalenin bir yerinde şöyle bir cümle geçiyordu: New York’un o meşhur Central Park’ı büyük ölçüde İrlandalı ve Afro-amerikanlardan oluşan marjinalleştirilmiş bir mahalle olan Seneca Köyü’nün yıkımıyla gerçekleşmiş. Bu yeni bilgiye verdiğim ilk reaksiyon, beni bunca zamandır etkilemiş bir hayal olan şehrin tam ortasında kocaman bir parkın fikir balonuna koca bir iğneyle yaklaşan yeni bilgiye karşı onu korumaya çalışmak oldu. Parklar ve bahçelerin şehir yaşamındaki önemini, mahallesindeki çocuk parklarında sosyalleşmiş, sabah koşularında komşularıyla selamlaşan, kısaca o yeşil alanların tadını almış herkes bilir… Sonradan, ilk baştaki inadımı bırakıp konu hakkında biraz daha okumaya devam ettim. ABD’deki birçok milli parkın gelişiminin karanlık dünyasına daldım.

Yerli Amerikalıların ulusal parkların, sözde “bozulmamış” doğanın var olması için o alanlardan zorla tahliye edilmiş olduklarını okudukça hem şaşırdım hem de sorgulamaya başladım. Parkların hem bugününü hem de tarihini incelemek için doğanın ne anlama geldiğini, yöneticiler ve park planlayıcıları için parkların ne olduğunu, kimleri ve neleri içerdiğini, nerede yapılmasının planlandığı ve kimlerin faydalanması için yapıldığını sorgulayan bir çerçeveden bakıyordu makale. Doğayı korumak için çözüm bulunmuştu bulunmasına, ama çözüme ulaşırken kimlere danışıldı, kim bu değişiklikten nasıl etkilendi sorularını sormadan, yukarıdan aşağı indirilen projelendirmelerin sosyal/çevresel fayda mı yoksa zarar mı getirdiği şüphesini içimize düşürüyordu.  Kentsel planlamanın odağını sosyal çatışmaları minimize eden, adaletli ve sürdürülebilir çözümlere çevirmesi için kendini o yere ait hisseden ve o yeri korumak isteyen herkesin bir arada düşündüğü bir perspektiften yaklaşıyordu.

Soil Kamplarında

Geliştirmek için uğraştığımız sosyal dayanışma projelerinde, lise çağındaki gençlerin birinci derecede ilişki için olmadıkları, misafir olarak bulundukları sahalarda orada yaşayan insanların ağzından oraya dair, orada yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerini sahayı ilgilendiren ve sahayla ilgili ne varsa beraberce farklı taktik, strateji, planlama ve yollarla dışardaki dünyayı tartışarak, sınırların farkına vararak, imkanları keşfederek ilerliyoruz. Bu yöntem, sosyal sorunlara daha etkili, verimli, adaletli ve sürdürülebilir çözüm önerileri getirmeyi hedefliyor.

Yukardaki örnekte olduğu gibi değişimin kimi nasıl etkilediğini anlamak için, sosyal dönüşüm için inovatif çözümlerin nelerin hedeflendiği, hangi değer ve ilkelere bağlı olarak hareket edildiği varılacak noktaya giderken cepte bulundurulması gereken sorular. Farklı bakış açılarının, değişimden etkilenecek her bir paydaşın görüşlerinin bir kasede toplanıp, pişirilip, çözümden etkilenecek herkesin önüne konması, sosyal inovasyon için gereklilik. Şüphesiz yereldeki sosyal inovasyon, oradaki yaşam alanına ortak herkesin ve her şeyin rızasını/ortak faydasını içeriyor. 

“Tek Başıma, ve Birlikte!”

“Tek Başıma, ve Birlikte!”

900 461 SOIL

Bireyin her bir nefesi bir karar, bir yaşam, büyük bir değişim aracı olabilir. Bunu deneyimlemek, yaşamak, yaşatmak için de sahip olduğumuzdan bir zerre fazlasına ihtiyacımız yok…

        Victor Ananias

Sosyal Dayanışma: Şimdi.” diyerek yola çıkıyoruz. Her birimiz ayrı bir motivasyon ile, ayrı bir hikaye olarak, kendi hikayelerimizi bambaşka, belki de daha yeni yazılmaya başlamış hikayelerle buluşturmaya. Hepimizin kesiştiği taraflar da yok değil; özgür alan, alternatif model, katılımcı yapı, deneyime dayalı öğrenme gençler için dilimizden düşürmediğimiz meseleler. Farklı hikayelerimiz, farklı ilgi alanlarımız ve farklı becerilerimizle bir arada durup ortak dertler üzerine konuşup, tartışıp kafa yoruyoruz; birbirimizi dinleyerek, birbirimizin kör noktalarına göz olarak, dayanışarak ortak dertlerimize çözüm bulmaya çalışıyoruz. Sahip olduğumuzdan bir zerre fazlasına ihtiyacımız yok; sahip olduklarımızı paylaşacak, paylaştıkça çoğaltacak bir aradalıklara ihtiyacımız var. 

Ortak dertlerimizi hallediyoruz da peki ya benim olmayan, benim bilmediğim dertler için ne yapıyoruz? “O” oluyoruz, “O”ndan dinliyoruz, çözümü “O”nun türetmesi için alan yaratıyoruz. “O”nun sahip olduklarıyla türettiği çözümün ortağı; kendi yaşamının, kendi kararının öznesi olma anının destekçisi; hep bir arada bir değişimin başlangıcı oluyoruz.

Yetmiyoruz, dallanıp budaklanıyoruz. Yayılıyoruz; büyüyoruz. Farklı çemberler ile, farklı kaynaklara sahip bireyler ile bir araya geliyoruz. Önce dertlerimizi paylaşıyor, sonra çözüme ortak ediyoruz. Sahip olduğumuzdan bir zerre fazlasına ihtiyacımız yok; sahip olduklarımızı -hikayelerimizi, deneyimlerimizi, becerilerimizi, ilgilerimizi, sevgilerimizi- paylaşacak bir aradalıklara, dayanışmaya ihtiyacımız var. 

Birer tohum olarak buluşuyoruz, bir araya geliyoruz. Düşündüklerimiz, yaptıklarımız birer tohum. Her birimiz birer tohum olarak toprağa atılıyoruz. Enerjimizi -birer tohum olarak- gelişmek, büyümek için kullanıyoruz. Bereketli hasatlar vermek, çoğalmak, daha güçlü tohumlara dönüşmek için.

 

Sinema Bunun Neresinde?

Sinema Bunun Neresinde?

1600 1066 SOIL

SOIL olarak gerçekleştirdiğimiz kamplar süresince gündelik hayatımızda alıştığımız çevremizin dışına çıkıyor ve kendimizi etkileşime açık bir alanda buluyoruz. Bu alanda, her ne kadar büyük ölçekte ortak bir toplumsal geçmişe sahip olduğumuzu düşünsek de aslında tanıdık çevremizden uzaklaşıyoruz. Gittiğimiz bölgedeki yerel yaşantıyla mekansal ve zamansal bir kesişim yaratıyoruz ancak bölgenin ve insanların tarihsel sürecini düşündüğümüzde bir süre sonra kendimizi hala çemberin dışında hissetmemiz de mümkün oluyor. İlk bakışta yarattığımız bu somut kesişimleri daha anlamlı bir hale getirebilmek adına yerelde ‘toplumsal hafıza’ (collective memory) alanında da ortaklık geliştirmeye çalışıyoruz.

Kavramsal anlamda toplumsal hafıza için literatürde en sık başvurulan tanımlardan biri Maurice Halbwachs’a ait. On Collective Memory’ adlı kitabında toplumsal hafıza grup kimlikleri tarafından yapılandırılmış olan, bireylerin çocuklukları, komşuluk ve ortak ilişkileri, ortak politik veya ticari yaşamları, yani muhtemel belli kesişme noktaları olan kişilerin oluşturdukları bir bellek türü olarak tanımlanıyor. (Halbwachs, 1992) Günümüze daha yakın literatürde bir tarama yaptığımızdaysa bu tanım üzerine çokça çalışıldığını ve geliştirildiğin görüyoruz. Bu türde bir hafıza sürdürülebilirliğini ancak sıkı bir iletişimle ve kuşaklararası aktarımlarla sağlayabildiğinden daha özelde ‘iletişimsel hafıza’ (communicative memory) olarak da tanımlanıyor. (Assmann, 2008)

Sinemayı ise gerçekliği yeniden üreten bir aygıt olarak kabul ettiğimizde doğası gereği kolektif olarak üretilen bilinci yeniden inşa etme kabiliyetini elinde bulunduruyor.

Toplumsal hafızanın geçmiş, şimdi ve gelecek arasında köprü olması klişe bir metafor olarak karşımıza çıksa da sinema kaydedilen geçmişi şu anda kurgulayıp geleceğe taşıyarak bu benzetmeye işlevsellik kazandırıyor. Bu anlamda tarihsel çizgide nedensellik kurmak ihtiyaç duyduğumuz temel şeylerden biri. İlk olarak yerelde gözlemlediğimiz olguların bu noktaya nasıl geldiğini dolayısıyla geçmişi araştırmaya başlıyoruz çünkü kolektif hafıza geçmiş yaşantıların eşzamanlı deneyimlenmesinin değil, bu yaşantıların paylaşımı üzerine kuruluyor. Bu sebepten geçmişin bilgisi ve hisleri üzerine paylaşımlarımız sahada sadece belirlenen saatler arasında suni bir düzeyde değil, bütün bir deneyim olarak yaşanıyor.

Paylaşımlarımız arttıkça kendi belleğimiz geçişkenlik kazanıyor ve toplumsal hafızayla olan ilişkimiz giderek sağlamlaşıyor. Gerçek anlamda objektiflerimizi bölgede yaşananlara çevirerek hafızayla bağımızı derinleştiriyor ve diğer bir anlamda hiç görmediğimiz bir geçmişi kamera vasıtasıyla hatırlamaya çalışıyoruz. İlişkimiz derinleştikçe gündelik yaşam pratiğimizde sürekli yeniden ürettiğimiz önyargılardan, stereotiplerden uzaklaşıyor kendimizi ortak bir deneyimin içinde buluyoruz. Sinema bu deneyimi bireysel bir bilgi alışverişinden ziyade teknik anlamda da çekimden kurguya kadar kolektif bir üretim süreci haline getiriyor. 

Gündüzleri kameralarımız bizi günün en kalabalık mekânı haline gelen köy pazarlarının, ticaretin ve üretimin geleneksel halini görebildiğimiz sokakların ve doğal hayatın bir parçası yapıyor. Sonrasında ise bu ham tecrübeyi sanatsal bir yaratımla ortaya koyuyor olmak bireysel ve sosyal anlamda yeni dönüşümlerin önünü açıyor ve bu ürünle birlikte aynı zamanda hem özgürleşmemize hem de toplumsallaşmamıza imkân tanıyor. Ekip olarak çalışılan bu yaratım süreciyle birlikte toplumsal bellekle kurduğumuz ortaklık kamp süresince ve sonrasında büyümeye devam ediyor. Bu sayede sinemanın sadece ‘izleyici’ tarafında kalmayarak hafızanın organik ve aktif bileşenlerinden birine dönüşüyoruz.

 

Kaynak:

Halbwachs, Maurice. On Collective Memory. Edited by Lewis A. Coser, University of Chicago Press, 1992.

Assmann, Jan. “Communicative and Cultural Memory.” Cultural Memory Studies. An International and Interdisciplinary Handbook, 2008, pp. 109–118.

Moyer, James F. “Film and the Public Memory: The Phenomena of Nonfiction Film Fragments.” Film and the Public Memory: The Phenomena of Nonfiction Film Fragments, 24 May 2007.

SOIL | Yolculuğumuz

Yolculuğumuz

5472 3648 SOIL

Biz kimiz? Neler yaptık, yapıyoruz, yapacağız?

SOIL (Sosyal Inovasyon Laboratuvarı) 2017 yılında bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrenci, mezun ve akademisyeninden oluşan bir çekirdek kadroyla kuruldu. 9 kişiyle yola çıkan bu ekip, Boğaziçi Üniversitesi bünyesindeki farklı disiplinlere bağlı akademisyenlerin de katkılarıyla üniversite ekosistemini liseli gençlere tanıtan bir yapı haline geldi. Liseli gençler, özellikle okul dışı aktivitelerinin zenginliğiyle öğrencilerine sayısız imkan sunan Boğaziçi Üniversitesi’nin bu kültürel iklimini doğayla iç içe yapılan kamplarda deneyimleme fırsatı buluyor. Şehirden uzak, doğaya yakın konaklama yerlerinde, rahat koşullarda yapılan kamplardaki beslenme programıysa, Wellness ekibi tarafından onaylanıyor. 

 

Kamplarda uygulanan YES modeli 

Bu model ile gençler hem bir sosyal dayanışma odaklı saha çalışmasını oluşturmaya ve uygulamaya dair yetkinlik kazanıyor, hem de kendi beden ve zihinlerini keşfetmeye yönelik atölyelerle kendi kaynaklarını alanlarında deneyimli atölye yürütücüleri eşliğinde keşfediyor. Kamp boyunca her gün Boğaziçi Üniversitesi’nin farklı bölümlerinden akademisyenlerin ziyaretiyle gerçekleşen fikir atölyeleri aracılığıyla liseli gençler, daha lise sıralarında akademisyenlerle tanışma ve onlarla uzman oldukları alanda paylaşımda bulunma fırsatı buluyorlar. 

Sosyal İnovasyon Laboratuvarı 9 kişilik çekirdek kadrosu olarak, danışman akademisyen kadromuzun da desteğiyle bu yoğunluklu programı, üniversite sıralarına geçmeye hazırlanan liseli gençlerin ihtiyacı olabilecek birçok beceri ve deneyimi kapsayacak şekilde tasarladık. Tasarladığımız programın bel kemiğini oluşturan YES modeli, tüm okul dışı aktivitelerin ortaklaştığı ve toplamında bütünlüklü bir deneyim yaratan 3 modülden oluşuyor. Yaratıcılık, Etkinlik ve Sosyal Dayanışma modüllerinden oluşan program liseli gençlerin üniversite hayatına geçmekteki asıl motivasyonlarını oluşturabilecek atölyeleri içeriyor. Yaratıcılık modülü altında liseli gençler dışavurumcu sanatlar aracılığıyla kendilerine dair bir yolculuğa çıkıyor. Kendileriyle, birbirleriyle ve çalışılan bölgede olmanın farklı yanlarını “orada ve anda” olarak deneyimliyor. 

Değerli deneyimlerin çoğunluğunu günlük hayatın, gelecek kaygısının ve şehir temposunun stresiyle kaçırmak hemen herkes için refleks haline gelmişken, bu refleksi tersine çevirip kendiyle ve çevresiyle temas halinde bireyler olmaya çağrıda bulunan yaratıcılık odaklı atölyeler liseli gençlere hem kamp süresince hem de sonrasında katkıda bulunacak bir deneyim yaşatıyor. Kelimelerden daha geniş bir ifade alanı oluşturan farklı ifade biçimlerini içeren yaratıcılık odaklı atölyeler gibi, odağın zihinden bedene çevrildiği etkinlik odaklı atölyeler de gençleri kendilerini deneyimlemenin farklı yollarıyla buluşturuyor. 

Etkinlik odaklı wellness atölyesiyle gençler güne başlarken gün boyunca ihtiyaçları olacak enerjiyi fiziksel etkinlik yoluyla harekete geçiriyorlar. YES modelinin üçüncü modülünü oluşturan sosyal dayanışma modülü kapsamındaysa gençler harekete geçen içsel/fiziksel enerjilerini ve artan dikkatlerini bir saha çalışmasına odaklayarak kampın yapıldığı bölgedeki sosyal şartlara dair gözlem yapma, tartışma ve proje üretmeye yöneliyorlar. Sosyal dayanışma modülünün altında gerçekleştirilen eleştirel düşünme atölyesi kapsamında sistemli bir saha araştırmasının ve niceliksel/niteliksel çalışmaların temel prensiplerini tartışırken, saha çalışması kapsamında üzerine çalışılan bölgedeki yerel faaliyetlere deneyim ve mülakat yoluyla hakim oluyorlar. 

 

SOIL | Yolculuğumuz

Gençler, kamp programı kapsamında henüz benzeri oluşturulmamış genişlikte bir beceri seti geliştiriyorlar. 

Tüm donanımlar sosyal bir ihtiyaca yönelik yenilikçi bir çözüm üretmeye, mevcut bir sorunu tespit etmeye, bu sorunun bileşenlerini analiz edip raporlamaya ve kimi zaman da buldukları çözümleri projelendirmeye ve sunmaya yönelik kullanıyorlar. Tüm bu donanım ve beceriler, liseli gençlere hem lise eğitimleri süresince yapacakları okuldışı faaliyetlerde, hem de üniversiteye kabul süreçlerinde ve üniversite hayatlarında gençlere fayda, kolaylık ve imkan sağlıyor. İstanbul ve İzmir’de bulunan ve Robert College, Üsküdar Amerikan Lisesi, İzmir Amerikan Lisesi, Notre Dame de Sion gibi birçok okulun öğrencileri SOIL bünyesinde buluşuyor. Bu buluşma, sonrasında da sürebilecek bir bağlantı ağının oluşmasına ortam oluşturuyor. 

Farklı okullardan gençler kamp süresince birbirleriyle ortak projeler üretip, kamp sonrasında da ürettikleri projeleri kendi okullarında paylaşabilecekleri bir ekip oluşturma fırsatına sahip oluyorlar. Güçlü bir bağlantı ve dayanışma ağının öneminin defalarca kanıtlandığı bu köklü okulların öğrencileri, birbirleriyle kurtuldukları bağlantılarla ağlarını daha da geliştiriyorlar.  SOIL, onlar için yaratıcılıklarını, sosyal duyarlılıklarını ve isteklerini deneyimleyebilecekleri ve stresten uzak kalabildikleri alternatif bir alan oluşturuyor. 

SOIL ekibi, bugüne kadar sömestr ve yaz tatillerinde İznik ve Seferihisar bölgelerinde düzenlediği kamplarla liseli gençlerin sosyal dayanışma bilincini körüklemeye yönelik kat ettiği yolda ilerlemeye devam ediyor. 

İznik bölgesinde yapılan 2 saha çalışması sonucu, bölgenin geçim kaynaklarını oluşturan turizm, çinicilik, balıkçılık ve tarım alanlarında deneyim ve gözlem fırsatı kazanan gençler bölgeye dair belgeleme ve projelendirme çalışmalarını tamamladı. Seferihisar bölgesinde ise Can Yücel Tohum Vakfı, Seferihisar Belediyesi Çocuk Meclisi ve yerel kooperatiflerle kurulan bağlantılarla gençler bölgeye dair detaylı bir çalışma düzenledi. Düzenlenen çalışmanın çıktılarıysa, Seferihisar Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer ile paylaşıldı. 

Gençlerin kendilerini daha yetkin, daha etken ve daha girişken hissetmelerine olanak sağlayan kamp programları, İstanbul’da düzenlenen oryantasyon ve takip buluşmalarıyla pekiştirildi. Bugüne kadar 100’e yakın gençle düzenlenen toplantı, atölye ve kamplarda buluşan SOIL, 2018-2019 dönemi boyunca da hem halihazırda çalışılan İznik ve Seferihisar’da hem de yeni bölgelerde liseli gençlerle faaliyetlerini sürdürecek. 

Bir tohum atmak için çalışan ve bir aileye dönüşen SOIL ekibi olarak her yıl genişleyerek liseli gençlerin üniversiteye giriş ve mesleki kariyer serüvenlerinde onların yanında olmaya devam ediyoruz. Hem mevcut katılımcılarla, hem de aileye yeni katılacak SOIL üyeleriyle dayanışma ruhunu kolayca erişilemeyen bölgelerde de deneyimlemeyi hedefleyerek biz de kendi serüvenimizi sürdürüyoruz.