SOIL kamplarında gittiğimiz bölgede bir iyileşme yaratmak amacını taşırken bu bölgeyi anlamaya çalışıyoruz. Dışavurumcu Sanat Atölyesi’nde ise bunu yaparken alıcı ve gözlemci pozisyonumuzdan çıkıyor, kollarımızı sıvıyor ve dünyamızın aktif birer şekillendiricisi olduğumuzu yeniden hatırlıyoruz. Bu esnada bir üretim aşamasına kendimizi bırakıyoruz. Peki SOIL kamplarının tamamını bir sanat yapıtının üretim süreci olarak ele alsak, dışavurumcu sanat perspektifinden bu konuda neler söyleyebiliriz?
Geleneksel sanat anlayışında sanatçı, çevresini elindeki materyale form vererek yeniden üretir. Ortaya çıkan eser de hali hazırda varolan gerçekliğin bir temsili olarak görülür. Ancak üretim sürecindeyken yani elimize bir boya bir kalem veya bir enstrüman verildiğinde fark ederiz ki, bu üretim süreci olanın bir temsilini yaratmaktan çok daha fazlasını içerir. Çoğu zaman kendimizi o eseri yapıcısından çok alıcısı olarak hissederiz. Eser, kendimizi almaya açtığımızda bize verilen bir hediye gibidir. Ortaya çıkacak şeyi bilemez veya kontrol edemeyiz, ancak elbette ki sonrasında daha eleştirel bir anlayışla üzerinde düşünerek düzenleyebiliriz. Ortaya çıkan sonuç, her zaman ilk niyetimizi aşan, yeni farkındalıklar içeren bir sürprizdir. Bu eser hiçbir zaman önceden var olan bir dışsal ve içsel gerçekliğin temsili değildir. Bu, gerçekliği aşkın ve onu dönüştürücü, şekillendirici potansiyele sahip yeniden oluşudur.
Yaratıcısının zihni ile eseri, aralarında bir alan barındırır ve bu alan da bize yeni bir şey verme ve deneyimimizi dönüştürme potansiyeliyle doludur. Dışavurumcu sanat terapilerinin felsefesini oluşturan bu anlayışa göre sanat bir araç değildir. Sanat ve yapmak eylemi yani ‘poiesis’ dönüşüm ve iyileşme sürecinin ta kendisidir. İnsan çevresinin pasif bir alıcısı değil aktif bir şekillendiricisidir, yani bir başka deyişle insan varoluşu ‘poetik’tir. Yapma eylemi yani poiesis bizim varoluşumuzu ve anlam verme-alma eylemlerimizin temelini oluşturur. Bu poetik kapasite ise varoluşumuzun bedensel oluşu yani bedenimizden ayrılamaz oluşuna bağlıdır. Hiçbir zaman bu bedensel varoluşun dışına çıkamaz, onu tam olarak kavrayamaz ve ona hükmedemeyiz. Bilakis, onu kendi kısıtlı kapasitemiz çerçevesinde ve kendi bakış açımızdan yorumlayabilir ve yine kısıtlı gücümüz çerçevesinde ona yeniden şekil verebiliriz.
Kamplarda sahaya indiğimizde ve gittiğimiz bölgenin yaşayanlarıyla konuştuğumuzda, şehrin sokaklarında yürüdüğümüzde de, kendimizi kaotik bir data havuzunun nesnel gözlemcileri olarak değil, kendiliğinden niyetli ve kasti anlam üreticileri olarak görmenin önemi üzerinde duruyoruz. Sahada topladığımız materyale sonrasındaki atölyelerde şekil veriyoruz. Bunu yaparken de elimizdeki kaynakların ve kapasitemizin sınırlılığıyla tekrar tekrar karşılaşıyoruz. Buna rağmen şekil verme gücümüzün ne kadar değerli olduğunu ve pasif bir alıcı olmaktan ziyade bu şekil verme eyleminin kaçınılmaz olarak bir parçası olduğumuzu gözlemliyoruz.
Dışavurumcu sanat terapisi hiçbir zaman tam olarak bir ‘iyileşme’ veya ‘tedavi olma’dan bahsetmez. Bizler yalnızca iyileşme yolundayızdır, iyileşme bir yolculuktur. Benzer olarak kamplarda da bir haftalığına yaşayanı olduğumuz bölgenin tam bir iyileşmesi veya sorununun çözülmesini ihtimalinden bahsedemeyiz. Gençlerin kamp sonunda oluşturdukları projeleri ve raporlamalarını bir eser olarak ele alırsak da, bu eserleri yukarıda bahsettiğimiz gibi gerçekliğin bir temsili olarak değil, yeni farkındalıklara gebe, dönüştürücü ve iyileştirici potansiyele sahip, etki gücü olan yaratıcı işler olarak görüyoruz.
İnanıyoruz ki, iyileşme, gerçekliği olduğu gibi algılayan ve buna çözüm üreten bir otoritenin zihninden çıkmayacaktır. İyileşme dışavurumcu sanat anlayışının öne sürdüğü gibi, her birimizin varoluşununun birbirini kaçınılmaz olarak etkilediği müşterek alanda gerçekleşecektir. Bizler SOIL’i bir etkileşim, üretim, anlam yaratma süreci olarak görüyoruz. Ve iyileşme yolumuzu da birlikte söylediğimiz şarkılarda bulacağız!
Referans:
Philosophical Foundations of Expressive Arts Therapy: Towards a Therapeutic Aesthetics, Stephen K. Levine