İnsanların dertlerini anlamak ve anlaşılır kılmak pek tabii mümkün.
Bunun için hep daha fazla anlatmak hep daha fazla söylemek, daha fazla kurgulamak, tasarlamak, sorgulamak, sorular sormak gerek. Hem bireysel hem toplumsal düzeyde çözümsüz ya da çözümmüş gibi görünenlere dair, acaba buradan çıkış var mıdır yok mudur diye düşündüğümüz zamanlarda sorular sormaya başlarız. Aklımıza doluşan sorulara hemen cevap bulmak, bir noktaya varmak isteriz. İçinde yaşadığımız evi, köyü, mahalleyi, okulu, üniversiteyi ya da şehri ilgilendiren meselelerle ilgili çözüm önerileri aklımıza gelir. Doğruya ulaşma konusundaki sabırsızlığımız öylesine baskındır ki ona tutulup bir iddaa ortaya atmanın cazibesine kapılıveririz. Etraflıca düşünmek için ilk olarak bir adım geri atıp panoramayı yakalayabilmek daha sonra birkaç adım yaklaşıp detaylara eğilmek zahmetli hem de eleştirel bir bakış açısını gerektiriyor.
Geçenlerde çevre adaleti üzerine bir makaleye göz gezdirirken, bu zamana kadar düşünmediğim bir gerçekle yüzleştim.
Makalenin bir yerinde şöyle bir cümle geçiyordu: New York’un o meşhur Central Park’ı büyük ölçüde İrlandalı ve Afro-amerikanlardan oluşan marjinalleştirilmiş bir mahalle olan Seneca Köyü’nün yıkımıyla gerçekleşmiş. Bu yeni bilgiye verdiğim ilk reaksiyon, beni bunca zamandır etkilemiş bir hayal olan şehrin tam ortasında kocaman bir parkın fikir balonuna koca bir iğneyle yaklaşan yeni bilgiye karşı onu korumaya çalışmak oldu. Parklar ve bahçelerin şehir yaşamındaki önemini, mahallesindeki çocuk parklarında sosyalleşmiş, sabah koşularında komşularıyla selamlaşan, kısaca o yeşil alanların tadını almış herkes bilir… Sonradan, ilk baştaki inadımı bırakıp konu hakkında biraz daha okumaya devam ettim. ABD’deki birçok milli parkın gelişiminin karanlık dünyasına daldım.
Yerli Amerikalıların ulusal parkların, sözde “bozulmamış” doğanın var olması için o alanlardan zorla tahliye edilmiş olduklarını okudukça hem şaşırdım hem de sorgulamaya başladım. Parkların hem bugününü hem de tarihini incelemek için doğanın ne anlama geldiğini, yöneticiler ve park planlayıcıları için parkların ne olduğunu, kimleri ve neleri içerdiğini, nerede yapılmasının planlandığı ve kimlerin faydalanması için yapıldığını sorgulayan bir çerçeveden bakıyordu makale. Doğayı korumak için çözüm bulunmuştu bulunmasına, ama çözüme ulaşırken kimlere danışıldı, kim bu değişiklikten nasıl etkilendi sorularını sormadan, yukarıdan aşağı indirilen projelendirmelerin sosyal/çevresel fayda mı yoksa zarar mı getirdiği şüphesini içimize düşürüyordu. Kentsel planlamanın odağını sosyal çatışmaları minimize eden, adaletli ve sürdürülebilir çözümlere çevirmesi için kendini o yere ait hisseden ve o yeri korumak isteyen herkesin bir arada düşündüğü bir perspektiften yaklaşıyordu.
Soil Kamplarında
Geliştirmek için uğraştığımız sosyal dayanışma projelerinde, lise çağındaki gençlerin birinci derecede ilişki için olmadıkları, misafir olarak bulundukları sahalarda orada yaşayan insanların ağzından oraya dair, orada yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerini sahayı ilgilendiren ve sahayla ilgili ne varsa beraberce farklı taktik, strateji, planlama ve yollarla dışardaki dünyayı tartışarak, sınırların farkına vararak, imkanları keşfederek ilerliyoruz. Bu yöntem, sosyal sorunlara daha etkili, verimli, adaletli ve sürdürülebilir çözüm önerileri getirmeyi hedefliyor.
Yukardaki örnekte olduğu gibi değişimin kimi nasıl etkilediğini anlamak için, sosyal dönüşüm için inovatif çözümlerin nelerin hedeflendiği, hangi değer ve ilkelere bağlı olarak hareket edildiği varılacak noktaya giderken cepte bulundurulması gereken sorular. Farklı bakış açılarının, değişimden etkilenecek her bir paydaşın görüşlerinin bir kasede toplanıp, pişirilip, çözümden etkilenecek herkesin önüne konması, sosyal inovasyon için gereklilik. Şüphesiz yereldeki sosyal inovasyon, oradaki yaşam alanına ortak herkesin ve her şeyin rızasını/ortak faydasını içeriyor.
Leave a Reply
You must belogged in to post a comment.