Bireylerin kendilerine ve başkalarına saygı duymayı başarabildiği ve ahenkli sesler çıkarabilen bir toplumun hayalini kuran Sennett’e (2005) göre, kişi ancak karşısındaki kişiyi bilmediğini ya da tanımadığını kabul ettiğinde, o kişinin bilinmezliğine ve doğasına saygı duyar. Sosyal dayanışma projelerinin temeline baktığımızda karşılaştığımız temel meselelerden biridir bu, dayanıştığımız kişinin bilinmezliğine ve doğasına saygı duymak: Bir özne olarak kişiyi tanımak, kabul etmek, kulak vermek, dinlemek. Ve dayanışmak!
Dayanışma kelimesi Türk Dil Kurumu’nda 1. isim Dayanışmak işi, tesanüt: 2. toplum bilimi Bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması, tesanüt anlamlarını karşılamaktadır. Bizler içinde bulunduğumuz sosyal dayanışma projelerinde karşılıklı bağlanıyor muyuz? Yoksa bir karşılık vererek bağlıyor muyuz? Toplumsal meselelere çözüm üretirken sahip olduğumuz ilkesel yaklaşım bizi tam da bu sorunun cevabına götürüyor.
Devletin yükümlülüklerini yerine getirmek konusunda eksik kaldığı noktalarda ya da devlet tarafından sunulan hizmetleri desteklemek amacıyla bir araya gelerek toplumsal sorunlara sahip çıkan topluluklar bu sorunlara sahip çıkarken temelde iki ilkesel yaklaşıma göre farklılaşıyorlar. Bunlardan ilki sahip çıktıkları toplumsal meseleleri birey düzeyinde algılayarak yapısal eşitsizlikleri arka plana atan ve bu doğrultuda hizmet temelli bir yaklaşımla hareket eden topluluklardır. Hizmet temelli yaklaşım, konuya duyarlı bireylerin ya da kurumların iyi niyetleri ve acıma duyguları ile sundukları maddi ve manevi desteği; yardım odaklı bir duruşu temsil eder. Kişinin gücünü önemseyen ve özneliğine saygı duyan bir tutum olan hak temelli yaklaşım ile hareket eden topluluklar ise koşullar ne olursa olsun bireylerin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimlerini destekleyecek olanakların yapısal olarak sağlanması gerektiğini savunur. Hizmet sağlamaktansa bireylerin ihtiyaç duydukları hizmeti -aslında sahip oldukları hakkı- talep edecek şekilde bireyleri güçlendirmenin ön planda olduğu hak temelli yaklaşımda, bir yardım (ya da hizmet) mekanizmasının olmaması alan-veren ikiliğinin de olmadığı bir alan sağlar. Tutumları, toplumsal sorunları algılama biçimleri ve bu sorunlara çözüm üretme yöntemleri açısından farklılaşıyor olsalar da yelpazenin iki ucunda pozisyon alan bu toplulukların, toplumun türlü sorununa çözüm üretmek amacıyla ortak hedeflerle yola çıkıyor olduğunu yine de unutmamak lazım.
Peki, bizler karşılaştığımız ve aklımıza takıp dert edindiğimiz toplumsal sorunlara çözüm olacak sosyal dayanışma projelerimizi geliştirirken hangi ilkeler doğrultusunda hareket etmeliyiz?
Öncelikle karşılaştığımız toplumsal sorunun öznelerine saygı duyuyor ve meselenin esasını onlardan dinliyor olmalıyız. İhtiyaç tespitinin ve sorunun kaynağını tespit etmenin elzem olduğu bu süreçte, meseleye dışarıdan değil içeriden yaklaşarak sorunun asıl sahiplerinin de katılımı ile adımlarımızı atmamız gerekiyor. Sorunu ve sorunun kaynağını tespit etmemizin ardından bir arada kafa yorarak, çözüm üreterek devam ediyor olacağız. Birbirimizi dinlemek, gerçekten dinlemek, savunmadan dinlemek önemli. Çözümün yalnızca dışarıdan gelecek kaynaklarla sürdürülebilir olmaması ve içerideki kaynakları değerlendiriyor ve güçlendiriyor olmak bu adımda ayrıca aklımızda tutmamız gereken noktalar. Bu çözümle bir hizmet sağlamaktan ziyade model üretiyor olmalıyız. Yani meselenin özneleri ile, onların ihtiyacına yönelik geliştirdiğimiz yöntemi bir model haline getirip bu modeli uygulamak ve yaygınlaştırmak için de emek vermemiz gerekiyor. Böylece dönüştürmeye çalıştığımız bireysel ölçekte bir toplumsal meseleyi yapısal ölçeğe taşıyabiliriz. İşte bu ilkeler, SOIL buluşmalarında en çok önem verdiğimiz, projelerin gelişim sürecinde desteklediğimiz ve benimsediğimiz bir tutum. Bir karşılıklılık yaratmadan, yalnızca karşılıklı sevgi ve saygı büyüterek, hep bir arada dayanışarak toplumsal sorunlara sahip çıkmak!