Hayatın ve tarihin her döneminde insanoğlu rahatlamaya ve gerek bilişsel ve gerekse duygusal yükünü boşaltmaya ihtiyaç duymuştur. Bu bazen kabilelerde ateş dansı olmuş, bazen de duvarlara çizilen resimler olmuştur. Mandala da bu yöntemlerden biridir. Antik dönemden beri yapılmakta olan, Budizm, Hunduizm ve hatta Caynizm olarak bilinen Orta Asya dinlerinde kullanılan bir meditasyon yöntemidir mandala. Genellikle fazla renkli daireler, iç içe geçmiş motifler ve döngüsel hatlarıyla hemen kafamızda canlanmaktadır. Mandala kelime anlamıyla da zaten daire, dairesel anlamına gelmektedir. Daha çok Budizmin temel felsefesinde gördüğümüz yaşamın döngüsel ritmi, mandalada kendini göstermektedir. Genellikle Budist ve Hindu rahiplerin meditasyon amacıyla boyayla duvara, kağıda, suya ve kumla yaptıkları bilinmektedir.
Mandala
Mandala ilk zamanlarda rahiplerin yaşamsal döngülerini ve hislerini kuma aktararak yaptıkları bir meditasyon aracı olarak ortaya çıkmış. Rahipler yogada uzun nefes çalışmalarından sonra isteklerini, arzularını ve duygularını aktardıkları bir meditasyon olarak mandala yaparlar. Mandalalar, sanat eseri olma amacı ve estetik kaygı gütmezler. Ve mandala çizerken rahipler bilişsellikten uzaklaşarak hissedişe geçtiklerini ve duygularını yansıttıklarını ifade etmektedirler. Aslında tamda bu noktada modern sanat terapilerinin temelini atmaktadırlar. Bilişten uzaklaşarak ve hissediş ve kişinin duygularının aktarılmasını sağlayan birçok sanat terapi yöntemi danışanlarını tam da rahiplerin mandala meditasyonuna benzer bir süreç hazırlamaktadırlar. Özellikle son dönemde duyguların sanat yoluyla boşalımının sağlanması için ortaya çıkan birçok terapötik yöntem çıktığı göz önüne alınırsa, mandala dışavurumcu sanatın babası olarak bile anılabilir. Dışavurumcu sanat terapisinde de katılımcıların duygularını yansıttıkları ve estetik kaygı gütmeden bir sanat eseri yapmaları beklenmektedir. Uzun süren bu terapilerde, kişinin kendini tanıması, içsel kaynaklarına erişimini kolaylaştırması ve içsel kaynaklarını beslemesi amaçlanmaktadır. Böylelikle kişinin dayanıklılığının, kendi hakkında ve çevresi hakkında da farkındalığının da artacağı savunulmaktadır.
İnsanın bildiklerini ve hissettiklerini dışarıya aktarma ihtiyacı hiç bitmeyen bir döngü olarak sürüp gitmekte ve hepimiz özellikle karmaşıklaşan dünyamızda, içsel kaynaklarımıza ulaşmaya ve kendimizi rahatlatma her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktayız. Ve mandala ile başlayan bu yöntem, bizi daha modern terapötik yöntemler sunan sanat terapiler ile daha çeşitli yöntemlerin ve dünyaların kapısını açmakta.
Referans:
Atkins, S., Knill, P. J., Simoneaux, G., Abbs, K., Kalmanowitz, D. L., Huss, E., … & Calderon, J. M. (2011). Art in action: Expressive arts therapy and social change. Jessica Kingsley Publishers.